20 Nisan 2012 Cuma

Lila Kalem, Pembe Defter...


Kaldığı yerden devam ediyor...
Olması gereken yerden devam ediyor, etmeli, istemese de edecek...
Hafızanı yitimediğin, yüreğine inme inip felç geçirmediğin, ölmediğin sürece, "Sil Baştan" başlamak diye bir şey yok.
Kalp kırılır, kırık kalır bir süre, inancını yitirirsin, her defasında farkettiğinde olmayacağını, kırılırsın, hınç duyarsın. Sonra sakinleşip bakarsın tekrar, "Değmez" diyemezsin. Öyle bir şey yoktur. Öyle bir değiyordur ki, gülümseme belirir yüzünde. Belirdiği gibi kaybolur. "Ben böyle aşkın ızdırabını..."diye başlayıp içine içine ettiğin küfürlerle sarılırsın kahvene.
Boşver, boşver, unut gitsin.
Başka bir şeye odaklan.
İşe vur kendini, çok iş çıkar kendine, sinirini de başkalarından çıkar, boşver onu düşünme.

Hohh dersin derince, bakarsın etrafına, oo masada ne çok iş var, haydi bakalım der ve başlarsın. Çıkar aklından bir süre sonra.

Ben küçükken "Özlemek" babamı özlemekti. Eve döndüğünde mutlaka çikolata ve oyuncak getirirdi, ayda 2 defa evine gelebildiği için...

Ve ben küçükken "Özlemek" annem pazara gittiğinde dönmesini sabırsızlıkla beklemekti.
Ve ben küçükken "Özlemek" yaz tatilinden sıkılıp okula dönmeyi, arkadaşlarımla oyun oynamayı, ödev yapmayı, öğretmenimden yıldızlı pekiyi almayı istemekti...

Yaz tatillerinde teyzemin yazlığına gitmek, oradaki arkadaşlarımla gecelere kadar sokaklarda fink atmaktı...

Hiç birisi canımı acıtmazdı. Hiç biri böyle bir çekim gücüne sahip değildi. Birisine doğru çekilmek nedir böyle öğrendim ben. O etrafındayken sadece onun ayak seslerine, gülüşüne, ne tarafa gittiğine kilitlenmek ne demek bu şekilde öğrendim. Bunun adı nedir bilemiyorum. Çünkü "Aşk" da artık güzellik veya doğruluk gibi göreceli bir kavram oldu çıktı. "Gerçeklik" kadar net değil. Ama gerçek bir acısı var.
Göğüs kafesinin tam ortasında hissettiğin ve kıskandığında gittikçe yayılan, midene baskı yapan bir sıcaklık bana göre gerçeğin ta kendisi.
Umut bazen vardır hala içinde ama stabildir, büyümez. Büyümeyeceğini bildiğin halde içinde barındırmaya devam edersin. Vazgeçemez bir yanın. Mantığın süper işliyor olsa da yüreğin istifçi bir ev kadını gibi o "Umut"u mutfaktaki kavonazlardan birine koyar ve mutlaka saklar, kurtlanıncaya kadar...
İçimde her gün ölen umutlar var, diyorlarşarkıda. Benimkiler ölmüyor da.

Aylar oldu...
Ben bazı şeyleri kabullendim, kimseden bir beklentim yok, ama bu gerçekleri değiştiremedim.
Değişmiyor.
İşin en kötü yanı da şu ki, değişmesi için ne yapmam gerektiğini bir türlü bulamıyorum.
Deniyorum. Bir şekilde unutturacak başka bir şeyler. Ama o kadar fark var ki, O o kadar başka ki...
İşte diyorum ya "Sil Baştan" başlamak diye bir şey yok.
Kabul edilemez.


Küfür edip sağda solda gözlemlediğim saçmalıkları yada çok anlamlılıkları yazacaktım.
Sonra ne olduysa işte.
Adı nedir gerçekten bilmiyorum ama dedikleri gibi;
Zaten aşklar hep böyle... diyesim var.



Onca birlikte geçirilen vakitler, anılar, kokular, dokunuşlar...
Giderilemez, silinemez.
Silmeye çalışmak her ne kadar karşılığını göremesen de büyük saygısızlıktır.
Sev, öyle de kalsın...
Yerine başka biri geçemez, yanına yöresine de sığışmamalı başka birisi.
Bence acı çekiyosan da bir süre çekmelisin, beklemeli, dinlenmelisin...
Başka tenler dokunabilir sana, bu farketmez, gecelerin başkalarının kollarında son bulabilir, bambaşka bir adamın yanında uyanabilirsin, bu da farketmez.
Acı çek diyosak da kendini zindana hapset, iyice mahvet demiyoruz.

Yürek ve ten bambaşka boyutlardır çünkü. Unutacağını düşünerek sevişiyorsan başka bir adamla, hayatındaki hataların en büyüklerinden birini yapıyorsun demektir.
Damga üstüne damga vurur, kesik üstüne kesik atarsın bu düşünceyle...

Sadece sevişmek için sevişmeli, sevişmeye akmalısın, keyif almaya bakmalısın...

Aslında neşeliydim :) 

Kurdelalı Bayram Papuçlarım....



Bayram bayram dediler, 9 gün tatili olana 3 günlük ezmük tatilimizle bizi hasede bindirdiler noldu peki sorarım NE OLDUUU?
Ben küçükken bana bayramlık kıyafet ve ayakkabı alırdı annem, hep rugan olanından ve burnunun üstünde kurdelası, bileği kemerli olanından sseçerdim. Gece onlarla yatardım, sabah bi giyerdim bilekleri fırfırlı beyaz çoraplarımla ne hoş dururdu. Dünyalar benim olurdu. Mutluluk o zaman benim için oydu.


Dedem vardıı, babaanem vardıı, herkes onların yanına gelirdi ve büyük bi aile olurduk, el öperdim, Şeker alırdım sonra da gider çalardım, harçlık alırdım. Hiçbi zaman tomarla harçlık toplayamadım ben mesela. Millet harçlıklarıyla bisiklet falan alırken ben o zaman bilmiyodum bu küfrü ama "Sokayım harçlığınıza, dayınıza, amcanıza" der gibi bakardım :)


Ama şimdi şimdi ???




Dedem yok...
Bizde yaşamaya başlamıştı babaanem vefat edince. Hergün camiden gelirken bana ve kardeşime halley alırdı. Kapıdan girdiğinde havaya kaldırır sallardı halleyi "Halley Pasta Halley Pasta" derdi. Reklamında öyle bi replik vardı sanırım. Sarılırdım boynuna. Sakalları mis gibi kokardı. Her zaman odasında bizim için akide şekeri bulundururdu. Kardeşim kapısına gider. "Dedeee şeşeeer" dediğinde hiç eli boş dönmezdi.


Şimdi ben kimin elini öpeyim ki...
Herkesten uzakta yaşarken, artık kıyafetlerimi kendim seçerken, şekerler benim için kalori meselesi olmuşken, sokakta o patlayan şeylerle oynayamazken, çok harçlık alanlara gıcık olamazken...


Ne anlamı var ki...
Her gittiğin evde baklava, revani, kadayıf yemekten patlayacak gibi olmadıktan sonra...


Hani diyoruz ya "Nerde o eski bayramlar?"
Bu olay bi mit değil arkadaş gerçekten yok o bayramlar...
Her ne kadar bayramRuhuuu diye sevince bürünsem de yalandan bi bayram geçiriyorum.


Kapıya gelen çocuklara bol bol şeker veriyorum :)
Hiç zevkli değil..
Çektiğim platonik acının bile yerini almış vaziyette şu bayram meselesi. Keşke çalışıyo olsaydım demiyo değilim.
O zaman bana bayram olmazdı.


Neyse İyi Bayramlar ama yine de size...

Pembe İç Çamaşırlarımın Esin Kaynağı


Kocca bir gün bittii. Güneş battı.. :)
Güne çok güzel başladım, hafif dalgalanmalar yaşandı ama tekrar güzel kapanacağa benziyor.
İnsanlığınızı hatırlamak adına evinizde yakınlarınızdan biriyle kahvaltı yapmayı deneyin. Mümkünse kızkardeşiniz olmasın. O sevgi yumaklı haller bir anda saç yumağına dönüşebilir. :)

Ama evde yapılan o kahvaltının, kupa yerine küçük fincanda içilen o çayın, poğaçaya benzeyen o pastane pidesine sürülen tereyağı vs.. gibi gibi devam eder bunu durdurmalıyım kendimi durduk yere acıktırmadan :)
gece gece en son isteyeceğim şey..

Neyyyse...
Konu artık ıssız adam ve ıslı kadın moduna vardı :/
ya da belkii ıslı adam ıslı kadın.
Sevmek için yüreğinde yer olan ama dermanı olmayan ıslı adama dönmüş de olabilir.
Solmaz Kamuran'ın Çanakkale Rüzgarı isimli romanını bilirsiniz. Hep böyle bi giriş yapmak istemişimdir. Orda (bilir misiniz ki? :)) neyse ordaki kahramanımız gibi hissetmekteyim.
Gençliğinde aşık olduğu adama öyle bir bağlanıyo ki, ki benim durumumdan tek bi farkla adam da ona öyle bi aşık oluyo ve bağlanıyo ki fekat adamcağızın zalimmmm, kalleşşşş, bağnazzz ailesi onu kendileri gibi biriyle evlendiriyolar :(
Ama kahramanlarımız aşklarını ölene dek yaşıyolar, yasak da olsa... Onunla dost hayatı yaşamayı göze alan, bunu kabullenen ve ya tahammül eden buna öyle bi kadın işte o..
Onun için yaşamak sevdiği adamdı yanii, e ben o kadar erdemli değilim elbette kaldı ki karşılıklı olsaydı bizim bağnaz kalleş aile derdimiz olmazdı. :)
O kadar piskopatlaştım ki fotoğrafı ekranımın yanında duruyo :)
Ama o artık sadece ıssız bi sevgili ne yazıkki. Duygusal açıdan korunmasızım..

Platoniklik aslında biraz da paranoyaklık oluyo. Dostça gelen her tepkiyi alıyo bu cinsini ziktiğim beyin, o loba yolluyo bu loba veriyo, sonuç= "uuhuuu benden hoşlanıyooo yoksa öyle bakmazdı ve canım demezdi dimii, der miydi? Ben dermiydim. Ay derdim tabi ki derdim. ama ya o der miydi? Belki de sadece arkadaşça bi canımdı. Ama bitanem de dedi. vee Bebeğim de ..."
Bu böyle gider... Ben kendimi onun benden hoşlandığını ikna edene kadar devam eder. İkna edecek yeterli malzeme olmadığı içinde yine başa döner, kısırdöngü işte..

Ama onu böyle yaşamak bile güzel. Yalan yok!! Yalan varsa biz de yokuz :)
Mutluyum, Mutludur inşallah. Değilse de ummmrumda bile değil, Sevgilim değil ki sorumluluk kabul etmem hıııh. böyle de piçimdir.
Git başkasının omzunda ağla ama benim yatağıma gel, ağıma düş ... :)


Bunun dışında onun hayalini kurmadığım zamanlarda insanlığa şöyle bi göz atma fırsatım oldu bugün..
:)
Yurdum yaşlı insanları ya. Bazıları çok çekilmez olurken bazıları defalarca bankadaki sıramı bağışlayabileceğim kadar sevimli tontiş olabiliyolar ya buna şaşırıyorum,
Ama,
her iki türlü de o kadar yaşlanmak isteyebileceğimi sanmıyorum.
Hoş bu tribi kaprisi de anlamam ya. "Yaşlanmak istemiyorum, o kadar yaşamak istemiyorum"

Dinç kaldığım müddetçe, dişlerim dökülsün, saçlarım beyazlasın, siyatiğim olsun, romatizmam olsun, bastonla da dolaşırım.
Ama, kanser olmayayım, acı çekmeyeyim, uyurken can vereyim ... Böyle olsa keşke yaşlılık da güzel
Torunlarımıza ilk cep telefonunu gören bir nesil olduğumuzu anlatırız. :)
Issız adam filmi benim gençliğimde çıktı aah ah ne maceralar yaşa... öhüöö höm höm bak şimdi kült olmuş eheh heh diye anılarımızı paylaşırız :)

Bi garip klan olmuşlar kendi içlerinde :) Yaşlı insanlar...
Heh işte onları gördükten sonra... Ne diye yaşadığını sorguluyo insan. Hatta o kadar yaşayabilecek mi yani...
O sebeple küçükken çok yadırgadığım o cümleyi benimsedim artık.
"Carpe Diem"
Artık hiçbir saçma kuralı, geleneği, vecibeyi umursama kızım Liz.
Tıkınız Lütfen
Farkı hep birlikte görmek dileğiyle....
Özgür kalalım...

Free

Üzgünüm...


Davrandım, yaşadım ve gördüm...
Ruh halimi anlamak için biraz dinlemelisin...
Kısa sürdü biraz. Kötünün iyisini düşünerek bile yine Polyanna olmuşum. Umrunda bile değilken gerektiğinden fazla önemsemiş ve önemsendiğimi sanmışım.
Üzgünüm bu gece evet. Söylüyorum ama inanmıyorlar :) "Hayata bakış açım değişti anne bunalımdayım, kötüyüm diyorum :) gülümseyerek", gülümseyerek diyorum ya. olmuyor. Ağlayamam ki, ne için ağlayacağım ki...
Hepsi benim suçum. Benim söz dinlemezliğim, benim kendime kafa tutmuşluğum, dikkafalılığım vs vs...
Sonunu az çok tahmin etmiştim yaşayarak öğrenmek istedim. Öğrendim, birazcık incindim, üzüldüm..
Biraz da ağlamış olabilirim, belki bi iki damla. Onsuzluktan değil, gururumdan.


Şu an için tek derdim kalbimin beni yapayalnız hissettirecek kadar boş olmasıydı.. Hoşnuttum da bu durumdan. Umut yoktu, beklenti yoktu, hayalkırıklığı yoktu, keder yoktu..
Piskopat gibi yaşıyordum açıkcası..
Vıcık vıcık birbirini sevenlere, ilişki yaşayanlara uzaylılarmış gibi bakar, şarkılara anlam yüklemez, kimseyi düşünmez, rahat rahat takılırdım.
İşte taki lanet olasıca O'nu görene kadar..


Herşeyi mahvettim o anda. Bitti gitti tüm düzenim. Dikkat kesildim hep, sesini dinledim, yürüyüşünü izledim, kahkahalarını duydum. Bunları her yaşadığımda kalbimin atışının hızlanmasına şaşırdım. Daha önce yaşamış mıydım hiç böyle bir heyecan yada ne zamandı ki hatırlamıyordum...


Gidişat önemlidir güzeldir de, ben sonuçlarla yaşarım biraz. Net olmalı benim hayatımda herşeyin rengi.
Öyle Siyah yada Beyaz olacak Gri istemem kaprisi değil benimki yahu. Kırmızıysa kırmızıdır, yeşilse yeşil. Rengi olacak.


PesPembeydim :)
Gittim açıkladım kendimi. Yapılacak tek şeydi bu. Sürüncemede aylarca neyi bekleyecektim ki ve söylesem ne kaybedecektim ?
Söyledim ve geri çekildim. Cevap mı ne oldu?
Ne evet ne de hayır.
Bir sürünceme daha.. Buyrun buradan yakın yani.
Kaldım mı kucağımda umutlarımla. Dağıta dağıta dolaştım etrafta umutlarımı, gülücükler saçarak..
Kendimden ödün verdikten sonra bir de baktımki kucağımda hiç umut kalmamış. Sinirlendim biraz fazla bekledim galiba diye dayanması lazımdı bunların yahu dedim. Çok geçti bitmişti bi kere. Sustum.
Kendine iyi bak dedim ve geri çekildim.
Kızabileceğim tek bir kişi var. koccaman aptal mı aptal bir BEN :)
Direnmenin bir anlamı yok.
Ama ciddi üzgünümdür yani o da bir gerçek.


Çıkarılan ders mi :
Bir daha ölecek olsam bir erkeğe duygularımı açmak mı, açık ve net olmak mı?
Allah'ımmm tövbeleriminn de tövbesiii!!
Büyüklerimizin bir bildiği varmış da onca strateji üretmişler ya. "Süründürmek" şimdi o kadar iyi kavradım ki. Kusura bakmayın beyler; biz sizler gibi kolayca atlatamıyoruz malum duygu bakımından sizden biraz daha gelişkin varlıklarız. Bu sebeple kızmayın süründürmek konusunda :)
Neymişşş;
Kaçan kovalanırmış da zaten bu tabuyu yıkmaya çalışanların hazin sonuyla da bu şekilde yüzleşilirmiş...
Şimdi de böyle hissediyorum Öfkeyle karışık bir neşe bir hareketlilik :)


Olsun bu da geçer. Mutluluk beni bulur, tutar bağlarım ayak bileğime kaybolmasın diye.
Benim yaradılışım böyle. Neşeliyim ben yahu :)

Kim Bilir...


Kim bilir, belki bu gece sonun bir başlangıcıdır...
Kurduğumuz hayaller, hedeflediğimiz gerçekler bir noktada kesişir... Kötüye o kadar endeksleniriz ki belki kesiştiğimiz o nokta bizi havalara uçurur ve pişmanlık kuyruğunu bacaklarının arasına alıp gider.
Kim bilir...
Düşünmeden hareket edebileceğiniz zamanlar vardır... Vücudunuz kavrulur, o an dışında hiçbirşeyi önemsemezsiniz. Yapmak ister yaparsınız, söylemek ister söylersiniz. Hayatınızda yaşayabileceğiniz en tatlı zamanlardır, anlardır onlar... Hatta sonradan pişmanlık duyacağınızı bile bilirsiniz, asla yapmayacağınızdır o asla söylemeyeceğinizdir.. Ama çıkar gider sizden artık..
Bazen de düşünmeden yapabileceğiniz hareketleri düşünürsünüz, nolur sanki dersiniz, ne kazanırımı düşünmezsiniz ne kaybederimi hesaplarsınız. Bilançonuz ağırdır, yapmamaya karar verirsiniz, istemiyor gibi davranırsınız kendinize. Profesyonelizdir kendimizi kandırmak konusunda zaten :)
Ama olayları akışına değil bırakmak yönlendirecek ketler bile kurarsınız. Sonra kader ağlarını ördü...

Kim bilir...
Belki de bu gece rüyalarınız ütopyalarınızda keyif bulur, geceleriniz beyaza bürünür...
Ya da;
Tatmadığınız kadar acı ve pis bir pişmanlık duyarsınız. Derinizi yüzmek istersiniz. "Berbat" hissettiğiniz duyguyu tanımlamanın yanına bile yaklaşamaz... "Tahmin edilebilir bir pişmanlıktı paralama kendini!" dersiniz ama tadını çıkardığınız an'a geri dönmek mümkün değildir ve uyuşturucu etkisini kaybetmiştir.

Ama devam etmemiz gerekir. Asıl sorulması gereken soru; Nasıl devam edeceğimizdir?

Kabullenerek...

En azından benim bulduğum çözüm bu. Her halükarda çatışmayı tercih ederdim ama çatışabileceğim yalnızca bir ben var benden içerilerde. Baş ağrısı yapıyor...
Kabullenin..
Peki ya kabullendikten sonra o berbat duyguyu ve unuttuktan sonra her Ademoğlunun yaptığı gibi, tekrar tatlıdan bir parça almak istersem ...

İfadesizlikten Gebermek


Yanık kokusu alıyorum :)
Yanıyo yüreciğim, bu aralar aşka düşmüş, fenalı hallerdeyim. Bir bakışına, bir gülüşüne boş arazide av görmüş gelincik gibi dikelip kalıyorum. Gelen mesajların ondan geldiğini umarak telefona sarılıp ara ara seviniyor ara ara çöküyorum...

Yoo hiç de tahmin ettiğiniz gibi değil, içinde tutma söyle gitsin ne kaybedersin mi diceksiniz? :)

Söyledim ki bile.3 kelimeden oluşacak bir cümle kuracakken "Ben senden hoşlanıyorum", bunu paragrafın başı olarak kullandım açıldım da açıldım...

Sonuç; sürünceme...

Püf bu konuyu zaten yeterince düşünüyorum. Belki de hayatımın bu ara anlamlı geçmesini sağlamak için kendi kendime yarattığım "fake" bir aşktır bu, aa yada belki de hormonlarımdır beni harekete geçiren.
Olamaz mı, olabilir... :)
Belki de yılda bir defa hareketlenip yükselişe geçen bir libidom var, ne bilim..
Onu görünce kalbimin GÜP GÜP atmasına da bilimsel bir cevap olacaksa kabulumdur. Yeter ki duygusal olarak acı çekmeyeyim, karşılıksız kalmayayım.

Haa bu arada; ayrılık yaşadığım sevgili çalışma masam ve üstün dayanıklılığı ile bana yoldaş olmuş personel computerımdan yazıyorum :) Kardeşlerimin odasından :) Laptop hala yabancı biraz.
Eşyalara olan bağımlılık bazen çok tehlikeli olabiliyor.

Fotoğraflarımı nereye yapıştıracağım ben şimdi :S...